19 Mayıs 2012 Cumartesi

İlk İşin, İlk İş Günü

Merhaba!


Bugünlerde blogumu günlükvari bir şekilde kullanmaya karar  verdim. Bugün size ilk iş günümden bahsedeceğim.

O gün, yanı perşembe günü ilk iş günümdü. Sabah karga bokunu yemeden uyandığım bir saatte, sersemlik ve topuklu ayakkabılarımı çantama mı koysam yoksa giyip mi gitsem düşünceleriyle beraber hazırlanmaya başladım. Yaklaşık 40 dakikada hazırdım.
Uzun zamandır, yaklaşık 2 senedir çalışmadığım için ve patates olmanın rahatlığını üstümden atamadığımdan ''Neden çalışıyorum ki yaa?'' ve '' Neyse kızım biraz çalış götünü yayarak ömür geçmez'' gibi sorular aklıma gelmedi değil. Beş günümü evde, herzamanki üçlü koltugumda yayılarak geçirmenin boşluğunu iş ile doldurmam mantıklı bir karardı aslında. Fakat yine de vazgeçmesi zor bir eylem. İki gün okula gitmemi, daha doğrusu çoğu zaman gitmememi de göz önüne alırsak, bu fırsatı değerlendirmem, ileriki zamanlarda bana olumlu yansıyacağını da aklıma getirdi. Tüm bunlardan sonra, işimi sevdiğimi ve zamanla bu tempoya alışacağımı biliyordum. Başlamanın tam zamanıydı.

Şehir değiştirmek üzere otobüse bindim ve avcılardan metrobüs aktarmasıyla cevizlibağ'a oradan da tramvay ile sirkeci'ye gittim. Otele yaklaştıkça kalbim herzamanki temposunu hızlandırdı ve ağzımdan her an çıkabilir gibi hissettim. Aslında ilk kez o otelde çalışmıyordum. Daha önce stajımı da o otelde yapmıştım. Kadronun  değişmesiydi beni en çok endişelendiren. Çünkü yenilikleri sevsem de, yeni insanlarla tanışmak, tanımadığım birini tanımaya çalışmak beni her zaman endişelendirirdi. Güven duygusu benim için önemli oldugu için, tanımadıgım bir kişiye güvenememem buna sebep oluyordu.

Otelin personel girişinden girmemle birlikte insan kaynaklarına gittim ve daha sonra yanıma aldığım pantolonum ve topuklu ayakkabılarımı giyerek ofise çıktım.
Ofiste M. vardı. O da benim gibi yeniydi, sadece 3 gün önce işe başlamıştı. Fakat oldukça alışmış gibi gözüküyordu. Bana kitlerin yerini gösterdi ve alışmamı hızlandırmak için oldukça sıcakkanlı bir tavırla yaklaştı. İyi birine benziyordu. Kısa, çenesinden 3-4 santim uzun karamel rengine dönük saçları vardı. Oldukça ince yapıda bir kızdı. Bana Sevcan ablamı hatırlattı. Sevcan ablam, daha önce o otelde staj yaparken yanından ayrılmadığım ve birlikte rezervasyonlara baktıgımız, bana ilk Fidelio'yu öğreten kişiydi.

İlk gün oldugu için diye düşünüyorum, çok gergin, stresli hissediyordum. Hava almaya çıktıgımda ''Acaba çıkıp gitsem mi ?'' diye düşünmedim değil. Çıkmazda gibiydim, daralmıştım. Fidelio'da rezervasyon girmeyi de unutmuş olmam benı daha çok geriyordu. Çünkü 2 sene önce yalayıp yutmuştum, öyle ki oteldeki hiç kimse benim stajer oldugumu bilmiyordu. Öğrenenler de şaşırıp kalıyordu. Sağ olsun S. , bana unuttuklarımı teker teker amlattı ve ben de not aldum.
Saat 15:00 sularında stresim oldukça azalmıştı. Ortama uyum sağlamaya başlamıştım ve daha az hava almaya çıkıyordum. Sadece üzerimde aşırı bir ağırlık ve bununla birlikte bir yorgunluk vardı. Ağırlığın sebebini çözemesemde, yorgunluğun sebebi kesinlikle bir önceki gün eskişehir'den dönmüş olmam ve ertesi gün yani 17 Mayısta erkenden kalkıp işe gitmemdi.

O gün, 18:30da işten çıkmam gerekirken 19:30da çıktım. Bunun sebebi rezervasyondaki yogunluk ve benım unuttuklarımı hatırlama aşamasında olmamdı. Eğer sistemi unutmamış olsaydım 1 saat mesai yapmamıza gerek kalmayabilirdi.

Saat 21:30 sularında eve vardıgımda bitmiştim artık. Gökçe ile bir kahve içtik ve daha sonrasında yatağıma yöneldim, ertesi gün çalar saati duymayı dileyerek.

Gözde /İçimden Gelen Her Şey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler